Ana Sayfa Auteur Zvyagintsev sinemasının aşkınlığı

Zvyagintsev sinemasının aşkınlığı

580
0

Batılı eleştirmenlerin; “Zvyagintsev sineması yalnız Rusya’da yaşananları anlatıyor” şeklinde sunması, yönetmeni politik bir hesaplaşmanın parçası yapmaktadır. Eseri hapseden bu üstenci tavır, filmi değersizleştirip, sanatı/düşünceyi iktidarın aygıtı haline getiriyor. Kendi nazarlarından gördükleri şekli gerçeklik olarak sunuyorlar. Oryantalizmi çağrıştıran bu tavır Batı’nın hegemonik karakterinin tezahürü olarak da görülebilir.

Fransız filozof Jacques Derrida, sinemada Amerikan kültürü etkisini şu şekilde ifade ediyor: “Bugün dünya sinemasının vardığı nokta, ister beğenin ister beğenmeyin, Amerikan kültürü tarafından şekillendirilmiştir”. Derrida’nın ne kadar haklı olduğunu farklı kültürlerin sinema beğenilerinin aynılaşmasına bakarak da anlayabiliriz. Sinemayı (da) salt eğlence olarak gören bu paradigmaya aslında çok yabancı değiliz. Neil Postman “Politikamız, dinimiz, haberlerimiz, sporumuz, eğitimimiz ve ticaretimiz; bunların hepsi de protesto unsurunun, hatta halkın etkisinin izine rastlanmayan gösteri dünyasının (show business) hoş uzantılarına dönmüştür. Diyeceğim o ki biz, bugün için ölesiye eğlenme noktasına gelmiş olan bir topluluğuz” sözleriyle bu durumu tarif etmişti. Tartışmayı daha fazla derinleştirmeden ‘hakim paradigmanın’ dışındaki sinemanın çağdaş temsilcilerinden, 2003 yılında ilk uzun metrajlı filmiyle Venedik’ten büyük ödülle dönen Rus Yönetmen Andrey Zvyagintsev’den söz etmek istiyorum.

TARKOVSKY’NİN VARİSİ

Sanat sineması içinde yer alan yönetmenler üzerindeki “Tarkovsky etkisi” her zaman tartışılagelmiştir. Hele bir de Rus yönetmenseniz, bu eleştirilerden uzak kalmanız mümkün değildir. Zvyagintsev bu ilişkiyi açıkça dile getirir; “Tarkovsky, Rus film yönetmenlerinin tamamı üzerinde belli bir baskı oluşturuyor. Kimisi bu baskıdan kaçmaya, kimisi de onun yaptıklarını tekrar etmeye çabalıyor. Ancak benim hayatımı altüst eden o değildi. Adını “Andrey Rubley” koyduğu bir filmiydi ve izlediğimde tamamıyla değiştim. Sinemaya aşık olduğumu, sözlü olarak dile getirilemeyecek veya anlaşılmayacak birçok düşüncenin sinemanın dili aracılığıyla iletilebileceğinin farkına vardım. Benim sinemaya duyduğum tutku buradan geliyor.”

Tarkovsky’nin varisi olarak nitelendirilen Zvyagintsev’in sahiplendiği yakınlık öncelikle görsel alanda hissedilir. Dönüş filminde görsellik izleyicide şiirsel bir tat oluştururken, Sürgün’de sinematografik bir resital sunar. Etkileyici senaryoya eşlik eden görsellik neredeyse kusursuzdur. Leviathan’da da karakteristik doğa imgeleri (deniz, dalga, gökyüzü) kullanılmıştır.

KARAKTERLERİNİ YARGILAMAZ

Zvyagintsev sinemasında öne çıkan temalardan biri de oyuncuların kusurlu olarak görülen davranışlarının gerekçelerinin anlatılmasıdır. Zvyagintsev insanın yapıp etmelerinden çok eylemin duygusal ve bilişsel kaynağına dikkat çeker. Yargılamadan uzak durur. Sevgisiz’de kocasından ayrılmak isteyen anne, çocuğunu doğurmanın büyük bir hata olduğunu ve onu emzirmediğini söyler. Bir anne nasıl olur da böyle konuşabilir? Anne baskıdan kurtulmak için evlendiğini, kimseyi sevmediğini, mutsuz büyüdüğü itiraf eder. Sevgisiz büyüyen anne kendi çocuğuna da sevgi veremez. Zvyagintsev izleyicinin farklı yönlere savrulan anneyi yargılamadan anlamasını ister.Leviathan’da hukuksuzluğa ses çıkarmayanları susturan şey yozlaşmış sistemdir. Sürgün’de ise eşlerin birbirleriyle iletişim kuramaması modern toplumdaki yabancılaşmanın sonucudur. Alin Taşçıyan’a konuşan Zvyagintsev, tarzını şöyle anlatır, “Yaklaşımım tamamen nesnel. Kimseyi yargılamam, ne iyi ne kötü gözüyle bakarım karakterlerime. Buna hakkımız yok. Karakterlerimizi film boyu yargılarsak moral açıdan git gide dibe batarız. Böyle olmasını istemem. Elena’yı izleyenlerin bir kısmı neden böyle yaptığını sorup onu yargılayabilir, bir kısmı başka seçeneği yoktu, ya ne yapsaydı diye düşünebilir. Ama yönetmen olarak ben bunu yapamam, öyle bir otoritem yok. Bir film, onu izleyenlerin zihninde doğmalı. Film ancak onu izleyenlerin zihninde yaşamaya devam ederse ‘büyük’ olur.”

SANATININ ODAĞINDA DOĞAL HİKAYELER VAR

Zvyagintsev’nin etkilendiği isimlerden biri olan İsveçli yönetmen Ingmar Bergman’da alışık olduğumuz otorite temsillerinin (Kilise, aile, devlet) sorgulanması Rus yönetmenin filmlerinde de kendini gösterir. Bergman’ın babasıyla ilişkisi sorunludur. Zvyagintsev ise 6 yaşında babası tarafından terk edilmiştir. Dönüş filminde de ailesini terk eden babanın 12 yıl sonra eve geri gelip çocukları Andrey ve Ivan’la ilişkisi anlatılır. Baba çok sert ve otoriter tavırlarıyla çocuklarını bir asker gibi eğitmek ister. Sürgün’de aile içinde yaşanan krizler anlatılır. Vera’nın doğmamış çocuğuyla ilgili yine babanın kararı beklenir! Leviathan’da ise baba, üvey anne ve çocuk arasındaki hikayede aile içi iletişimden çok iletişimsizlik karşımıza çıkar. Bunun yanı sıra Leviathan’da sermaye ile kirli ilişkiler içinde olan bir belediye başkanı üzerinden hukuksuzluğu normalleştiren devlet aklını, yozlaşmış bir sistemi, gerektiğinde kiliseden kendine destek sağlayan çürümüş bir kamu düzenini izleriz. Yönetmenin aile içi ilişkileri en sarsıcı şekilde anlattığı filmi ise Sevgisiz’dir. ‘Yuvasını’ dağıtma kararı alan karı ve koca için oturdukları evin ne olacağı meselesi çocukları Alyosha’nın durumundan daha önemlidir. İkinci evliliğini zengin biriyle yapan bir kadının anlatıldığı Elena’da da yönetmen ekonomik çelişkilerin oluşturduğu yarılmayı yine aile üzerinden anlatır.

POLİTİK FİLMLERDEN UZAK DURDU
Zvyagintsev, insanın üzerinde tahakküm oluşturan kurumlarla hesaplaşırken politik göndermelerden kaçınmaz ancak politik sinema önceliği değildir. Bunu her fırsatta reddeder. Öyle ki evinde televizyon yoktur, haberleri izlemez. Barış Saydam’a verdiği röportajda da politik film yapmak gibi bir amacı olmadığını söyler. Buna rağmen ülkesinde sorunlar yaşar. Devletin tepkisiyle karşılaşır, filmlerine maddi destek sağlanmaz, kamuoyunda hedef gösterilir.

Filmlerinde özellikle baba merkezli aile ilişkilerine odaklanmanın otoriteyi anlatma biçimi olduğu kabul edilse de bu paradigmanın merkezinde yine insan yer alır. Yönetmenin varlığı kavrayış/sorgulama çabası Dönüş ve Sürgün’de biraz daha soyut ve örtük anlatılırken Leviathan ya da Sevgisiz’de ise daha açık kendini gösterir. Fakat bu ‘farklılık’ yönetmenin düşüncesindeki değişimden kaynaklanmaz. Zvyagintsev odağına aldığı insanı en yalın haliyle ve en mahrem alana, aileye girerek anlatır. Çünkü bir toplumu en iyi anlamanın/ anlatmanın yollarından biri doğal hikayelerden geçmektedir. Aile ilişkileri de bu doğallığın en iyi örneklerindendir. İnsanların en doğal halleri evlerinde bulundukları anlardır. Evden dışarı çıkıldığı, hatta artık sosyal medyanın da etkisiyle evden dışarı bir görüntü verildiğinde de insanlar kendilerini algılanmak istedikleri gibi sunar, doğallıktan uzaklaşıp, başka biri gibi davranmaya başlar. Yönetmenin ‘eve’ odaklanmasının altında doğal olanı gösterme niyeti olduğu açıktır.

BATI’NIN SİNEMADAKİ ORYANTALİST YAKLAŞIMI
Hal böyleyken Batılı eleştirmenlerin Zvyagintsev sinemasını Rusya’ya hapsetme gayreti politik bir çarpıtmadır. Bir yandan Batılılar, yönetmenin Rusya’daki yolsuzlukları anlattığını söylerken diğer yandan bazı Ruslar da yönetmenin ülkelerini küçük düşürdüğünü öne sürüyor. Bu, eserin derinliğini anlamaktan uzak, ideolojik bir okumadır. Zvyagintsev sineması bu yargıların ötesinde bir anlam içermektedir. Bazen hikaye, sanatçının meselesi için bir araca bile dönüşebilir. Bu filmlerde anlatılan hikayeler modernliğin kapısını çaldığı farklı toplumlar için de geçerli evrensel hikayelerdir. İnsanın serüvenini anlatmak adına içgüdüsel olarak mahrem alana odaklanması sonucunda anne-baba-çocuk yahut birey-devlet-kilise üzerinden bir kurgu oluşturmak durumunda kalmıştır. Dolayısıyla Zvyagintsev sinemasını, felsefi odağı yok sayıp, yalnız Rusya’da yaşananları anlatıyor şeklinde sunmak yönetmeni politik bir hesaplaşmanın parçası haline getirmektir. Eseri hapseden bu üstenci tavır, filmi değersizleştirip, sanatı/düşünceyi iktidarın aygıtı haline getiriyor. Batılı eleştirmenler eserin estetik boyutundan ziyade kendi nazarlarından görüldüğü şekli gerçeklik olarak sunuyorlar. Oryantalizmi çağrıştıran bu tavır Batı’nın hegemonik karakterinin tezahürü olarak da görülebilir.

Kurosawa’yı Japonya ile sınırlandımak nasıl söz konusu olamazsa Zvyagintsev için de aynı şey geçerlidir. O öncülleri gibi daha aşkın bir çaba içerisindedir. Zvyagintsev filmlerini Rusya’da çekiyor olabilir fakat sunduğu gerçeklik Rusya’nın sınırlarını aşmaktadır. Unutulmamalıdır ki insanın ontolojik gerçekliğini sınırlandırmak mümkün değildir.

(Yekta Şirin/Yenişafak)


CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz