Türk sineması üzerine yaptığı akademik çalışmalarla tanınan Prof. Dr. Kurtuluş Kayalı, Minör Kritik‘ten Yekta Şirin‘e verdiği röportajda Türk sinemasının dününü ve bugününü anlattı. İşte Kayalı’nın o röportajından bir kesit:
Metin Erksan gibi toplumsal gerçekçi sinemayı temsil eden bir yönetmene uzunca bir süre sol çevrelerin tepki gösterdiğini görüyoruz. Ayrıca Halit Refiğ de anılarında Kemal Tahir ile kurdukları ilişkiden ötürü yine Cumhuriyet Gazetesi başta olmak üzere sol çevrelerin saldırılarına muhatap kaldıklarını belirtiyor. Bu tepkileri nasıl anlamalıyız?
Sol çevrelerin tepkisi sözü edilince dikkatlice düşünmek gerekmektedir. Sinemayla ilgili olanlarla karşılaştırılınca Metin Erksan ve Halit Refiğ’in sol ile ilişkileri çok daha belirgin gözükmektedir. Erksan 40’lı yılların sonlarında Esat Adil ile Türkiye Sosyalist Partisi çevrelerine yakındır ve 1965 seçimlerinde Türkiye İşçi Partisi (TİP) İstanbul listesinden bağımsız milletvekili adayıdır. Refiğ de 50’li yılların ortalarından itibaren CHP yanlısı haftalık Kim ve Akis dergilerinde yazmaktadır. Ve Onat Kutlar’ın Türk Sinematek Derneği kurulduğu zaman sağcı Meydan dergisinde sinema yazdığı tarih aralığından bir müddet sonra Halit Refiğ Ulusal Sinema Kavgası kitabının omurgasını teşkil eden dört sayılık yazıyı Yön dergisinde yayınlamaktadır.
Solun tepkisi daha sonra gelmiştir. Tepki, solun 1965 yılı ve sonrasındaki biçimlenişinden dolayı olmuştur. Solun karşı çıkışını Metin Erksan’ın yaptığı filmlere yönelik tepkilerde görmek mümkündür. Bu tepkilerin Erksan’ın Berlin Film Festivali’nde 1964 temmuz ayında Altın Ayı ödülünü almasına müteakip mikro planda fark edilmesi ilginç görülmelidir. Belki de en ciddi tepki vaktinde hiç önemsenmeyen, sonradan da kült film olarak nitelenen Sevmek Zamanı dolayısıyladır. Ancak 1973 yılı Mart ayında Milli Sinema Açık Oturumuna Erksan ve Refiğ’in katılmaları tepkinin boyutunu arttırmıştır. Tabii ki bu arada 1974 yılında TRT’nin Metin Erksan, Lütfi Akad ve Halit Refiğ’e Türk edebiyatı ürünlerini televizyona uyarlama önerisi ve bunun gerçekleşmesi tepkiyi arttırmıştır. Tepkinin Refiğ’e yönelik olarak değil de Erksan ve Akad’a yönelik olduğu görülmüştür. Refiğ Aşk-ı Memnu’yu uyarladığı için mesele olmamıştır. Akad’ın Ömer Seyfettin uyarlamaları hakkında faşizan nitelemesi yapılmış, Erksan’ın da eski dönem edebiyatçılarının metinlerini uyarlaması tepki çekmiştir. Erksan Sabahattin Ali, Kenan Hulusi, Sait Faik, Ahmet Hamdi Tanpınar ve Samet Ağaoğlu’nun birer öyküsünü televizyona uyarlamıştır. Ahmet Hamdi Tanpınar ve Sait Faik’in önemsenmesi Türk edebiyatında bir süre sonra gündeme girecektir. Birde o dönemden önce Türk sinemasında Sabahattin Ali uyarlaması yoktur. Kenan Hulusi ve özellikle Samet Ağaoğlu hiç önemsenmemektedir. Belki de Erksan seçtiği tarzda metinler seçmeye mahkûmdur. Çünkü 1971 yılı Ocak ayında “Kemal Tahir sonrası Türk edebiyatı kese kağıdıdır” demiştir. Asıl acıtıcı olan bu ve benzeri sözleridir. En köşeli, sonradan herkesin sahip çıktığı “Ben kendim için film çekiyorum” cümlesini de o zaman ifade etmiştir.
Refiğ’e yönelik tepki onun Kemal Tahir’in Yorgun Savaşçı romanını televizyona uyarlaması vesilesiyle güçlenmiştir. 1970’li yılların ortasından evvel Kemal Tahir’e yönelik tepki onun komünist geçmişi ve kimliği yüzünden yoktur. Ona yönelik tepkinin kısa süre içinde oluşmasının nedeni de Kemalizme yönelik eleştirel tutumudur. Bu tutum iyice karikatürleştirilerek ve ihbarcı bir içerik verilerek Cumhuriyet gazetesi ve Yeni Forum dergisinin özellikle iki yazarı tarafından vurgulanmıştır. Ama Yorgun Savaşçı’nın akamete uğratılması 1980 darbesinden önce bütünüyle sağlanabilememiştir. İlginç olan nokta Türk edebiyatı ürünlerini uyarlama imkanı CHP-MSP ortak iktidarında ve TRT CHP’lilerin yönetimindeyken, Yorgun Savaşçı da CHP’nin iktidarı döneminde önerilmiştir. Ve tüm bu uyarlamalar arasında en yaygın ve sert tepki Müthiş Bir Tren ile Yorgun Savaşçı’ya gösterilmiştir. Televizyonda gösterim bir sonraki iktidar dönemine sarktığı için Erksan’ın uyarlamalarının gösterilmesi bir süreliğine durdurulmuştur.
“Türk insanının hayatı melodramdır”
Lütfi Ömer Akad
– Hocam son olarak size özel bir soru yöneltmek istiyorum. Kurtuluş Kayalı bir film izlerken o filmin merkezinde neyi koyuyor? Kurtuluş Kayalı’nın bir filme iyi film demesi için o filmde aradığı şey nedir?
Türk roman ve öyküsüyle sineması bazı özellikleriyle bu toplumu akademik metinlerden çok daha iyi anlamıştır. Türkiye’de akademisyenler ve düşünürler Hilmi Ziya Ülken’den Doğan Avcıoğlu’na kadar bu toplumu tanımadıkları için şikayetçi olmuşlardır. Türkiye’de sinema yönetmenleri toplumu, toplumun kültürünü tanımadıklarını hiç mi hiç beyan etmemişlerdir. Akad Muharrem Gürses’in ağdalı melodramlarla toplumla kurduğu bağlantının kendileri açısından öğretici olduğunu söylemiştir. Kemal Tahir Seyyithan filminden söz ederken sinema filmlerinin toplumu tanımak anlamında kendi yazdığı romanlardan daha ileride olduklarını belirtmiştir.
Türkiye’de filmlerin eskiden olduğu gibi geniş salonlarda seyredilmesi hem keyiflidir hem de olağanüstü öğreticidir. Türk sinemasının bir yarısı melodramdır bir yarısı da komedi. Lütfi Akad’ın dediği gibi Türk insanının hayatı melodramdır. Dozajında komedi filmleri de bu ülkede, bu kültürel ortam içinde yaşamanın keyfini tattırır. Bütün hikaye en olmadık filmlerin bir karesinin insanın yüreğine saplanıp kalmasıdır. Neredeyse hiç önemsenmeyen Sadık Şendil, Bülent Oran, Sefa Önal ve Erdoğan Tünaş’ın yazdığı diyaloglar bile bu coğrafyada yaşadığını fark ettirir insana.
Birkaç yıl zorunlu olarak yurtdışında kalan bir aydının Türkiye’ye geldikten sonra söyledikleri o kadar fazla şeye tercüman olur ki: “Böylece bir tür ana rahmine girmiş gibi kendimi iyi hissettim… İşte çölde yolumu kaybetmişken bulmuş gibi artık nasıl diyebilirsek kestiremiyorum, kendimi iyi hissettim. Uzun süredir Türk sineması seyretmemiştim. Eskiden Türk edebiyatını çok yakından izlerdim. Türk sinemasını da çok yakından izlerdim. Çünkü bu toplumu anlamak istiyorsanız edebiyat da lâzım. Bizim sinemamızda matrak bir sinema. Ondan sonra o boşluğu doldurmaya çalıştım. Ve kısa süre içinde sanki hiç mülteci olmamışım ama kaçakmışım gibi, öyle bir havaya girdim ama huzurluydum, çok kısa sürede adapte oldum.”
YAZININ TAMAMINA ŞU LİNKTEN ULAŞMAK MÜMKÜN: Sinemadaki gerilimin nedeni sanat değil siyasettir